Türkiye Laiktir Laik Kalacak
Erdoğan Aktaş yazdı
20.05.2009
Erdoğan Aktaş yazdı
20.05.2009
Uçlara savrulmayı pek seviyoruz. Ulus olarak böyleyiz. Sanki bir maç var sahada, çevresindeki herkes tribündeki taraftar görevini yerine getiriyor gibi.
Bir grubu bir uçta, diğer grubu öteki uçta.
Üstelik taraflara bölünmüş insanlar, “Bakalım karşı tribündeki ne istiyor” bile demiyor.
Pek seviyoruz uçlara savrulmayı, kulağımızı gözümü, tüm duyularımızı ‘karşı taraf’a kapatmayı…
Fanatik bir ruhumuz var ve toplum öyle bir hale geliyor ki, ne kimse bir adım ileri atmayı kabul ediyor, ne de geri adım. İyi niyet gösterisi yapan ‘hain’, uyumdan söz eden ‘dönek’ olarak adlandırılıyor.
Sonrası, korku ve endişe.
Bunun son örneği Prof. Türkan Saylan’ın ölümü sonrası yaşandı. Bazı gazeteler neler yazdı neler…
Türkan Saylan’ın siyasi görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, fakat bilim insanı kimliğine saygı duymak zorunda herkes. Ölümcül bir hastalığı bilimsel çalışmalarıyla Türkiye’den söküp atan bir isimden söz ediyoruz çünkü.
Fakat bu olayda bile, herkes uçlara savruluyor. Sanki birileri, memleketi ipin ucuna bağlamış da çeviriyor ve merkezkaç prensibi devreye giriyor ve uçlara savruluyoruz hızla.
Kanser ile mücadelesini bile politize edenler oldu. Ölümünü Ergenekon’a bağlayacak kadar saçmalayanlar da..
Hatta arkasından “Allah zahmet eylesin” gibi iğrenç satırlar yazanlar bile çıktı...
Seviyoruz uçlara savrulmayı.
Ergenekon Davası’nda, büyük bir akıl tutulmasıyla, liderler bile savruluvermişti.
Biri avukat, biri savcı olmuştu.
Ha keza gazeteler de öyle…
Hiç kimse, “Bekleyelim, adalet en doğru kararı verecektir” demedi. Hal böyle olunca, ülke de garip ve yanlış tartışmalarla kaynayıp duruyor. Çünkü herkes, böylesine fanatik biçimde ve at gözlüğü prensibi ile taraf olunca, önce farklı fikirlere saygısını yitiriyor, sonra kendisine olan saygıyı…
Ama kimin umurunda?
Türkan Hoca’yı dinsizlikle suçladılar, sadece kendileri gibi düşünmediği için.
Oysa Fatih Altaylı’nın yazısından öğreniyoruz ki, Hacca gitmiş Türkan Hoca.
Fakat biliyor musunuz, hiç önemli değil.
Neye ve nasıl inandığını kanıtlamak zorunda değil ki insan.
Her şey bir yana, insanlar kendisi gibi düşünmeyenlere saygı duymak zorunda ve bunun tartışılacak bir yanı yok.
Peki ne oluyor?
Savruluyoruz.
Savruldukça değerlerimizi yitiriyoruz.
Savruldukça kendimizi, insanca yaşamanın koşullarını kaybediyoruz. Savruldukça, yitip gidiyoruz.
Fakat kimin umurunda?
Sanatçılar yürüyor, hemen birileri onları ‘darbeci’ ilan ediyor.
Birisi camiye gidiyor, başını örtüyor, hemen birileri onu ‘gerici’ ilan ediyor.
Eşitlik hak hukuk diyenleri ‘komünist, vatan haini’ diyerek hapislere atmıştık bir dönem önce. Şimdilerde başka suçlular arıyoruz.
‘Bismillah’ diyene gerici, ‘laiklik’ diyene ‘darbeci’ dersek, nereye varacak bu durum?
Yani, düşmana ihtiyacı yok Türkiye’nin.
Çünkü “Türk’ün en büyük düşmanı Türk oldu”, durumumuz ortada.
Böyle gittiği sürece de, hiçbir şey değişmez.
Herkes de, bu duruma layık bir vatandaşı olur ülkenin.
Yani…
Türkiye Laiktir Laİk KalacakBir grubu bir uçta, diğer grubu öteki uçta.
Üstelik taraflara bölünmüş insanlar, “Bakalım karşı tribündeki ne istiyor” bile demiyor.
Pek seviyoruz uçlara savrulmayı, kulağımızı gözümü, tüm duyularımızı ‘karşı taraf’a kapatmayı…
Fanatik bir ruhumuz var ve toplum öyle bir hale geliyor ki, ne kimse bir adım ileri atmayı kabul ediyor, ne de geri adım. İyi niyet gösterisi yapan ‘hain’, uyumdan söz eden ‘dönek’ olarak adlandırılıyor.
Sonrası, korku ve endişe.
Bunun son örneği Prof. Türkan Saylan’ın ölümü sonrası yaşandı. Bazı gazeteler neler yazdı neler…
Türkan Saylan’ın siyasi görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, fakat bilim insanı kimliğine saygı duymak zorunda herkes. Ölümcül bir hastalığı bilimsel çalışmalarıyla Türkiye’den söküp atan bir isimden söz ediyoruz çünkü.
Fakat bu olayda bile, herkes uçlara savruluyor. Sanki birileri, memleketi ipin ucuna bağlamış da çeviriyor ve merkezkaç prensibi devreye giriyor ve uçlara savruluyoruz hızla.
Kanser ile mücadelesini bile politize edenler oldu. Ölümünü Ergenekon’a bağlayacak kadar saçmalayanlar da..
Hatta arkasından “Allah zahmet eylesin” gibi iğrenç satırlar yazanlar bile çıktı...
Seviyoruz uçlara savrulmayı.
Ergenekon Davası’nda, büyük bir akıl tutulmasıyla, liderler bile savruluvermişti.
Biri avukat, biri savcı olmuştu.
Ha keza gazeteler de öyle…
Hiç kimse, “Bekleyelim, adalet en doğru kararı verecektir” demedi. Hal böyle olunca, ülke de garip ve yanlış tartışmalarla kaynayıp duruyor. Çünkü herkes, böylesine fanatik biçimde ve at gözlüğü prensibi ile taraf olunca, önce farklı fikirlere saygısını yitiriyor, sonra kendisine olan saygıyı…
Ama kimin umurunda?
Türkan Hoca’yı dinsizlikle suçladılar, sadece kendileri gibi düşünmediği için.
Oysa Fatih Altaylı’nın yazısından öğreniyoruz ki, Hacca gitmiş Türkan Hoca.
Fakat biliyor musunuz, hiç önemli değil.
Neye ve nasıl inandığını kanıtlamak zorunda değil ki insan.
Her şey bir yana, insanlar kendisi gibi düşünmeyenlere saygı duymak zorunda ve bunun tartışılacak bir yanı yok.
Peki ne oluyor?
Savruluyoruz.
Savruldukça değerlerimizi yitiriyoruz.
Savruldukça kendimizi, insanca yaşamanın koşullarını kaybediyoruz. Savruldukça, yitip gidiyoruz.
Fakat kimin umurunda?
Sanatçılar yürüyor, hemen birileri onları ‘darbeci’ ilan ediyor.
Birisi camiye gidiyor, başını örtüyor, hemen birileri onu ‘gerici’ ilan ediyor.
Eşitlik hak hukuk diyenleri ‘komünist, vatan haini’ diyerek hapislere atmıştık bir dönem önce. Şimdilerde başka suçlular arıyoruz.
‘Bismillah’ diyene gerici, ‘laiklik’ diyene ‘darbeci’ dersek, nereye varacak bu durum?
Yani, düşmana ihtiyacı yok Türkiye’nin.
Çünkü “Türk’ün en büyük düşmanı Türk oldu”, durumumuz ortada.
Böyle gittiği sürece de, hiçbir şey değişmez.
Herkes de, bu duruma layık bir vatandaşı olur ülkenin.
Yani…